Bunu Blogumda Paylaşabilirim. Hürriyet Benim.

Hürriyet; gündeme dair cesur bir projeyle karşımızda. TBWA\ISTANBUL'un hazırladığı proje kısa zamanda oldukça ses getirdi. Din, dil, ırk, cinsiyet ayırt etmeden bireysel özgürlükleri konu alan projenin amacı Türkiye'nin dört bir yanından insanların hürriyetlerini dile getirmeleri ve seslerini duyurmaları...

Bu proje katılımcıların kendi hürriyetlerini anlatmaları için tasarlandı, katılımcılar videolarını oluştururken ilham versin diye de bir film hazırlandı.

Hürriyet, herkesi kendi hürriyet cümlelerini yazmaya ve hürriyet şarkılarını yaratmaya davet etti. Kullanıcılar içinde kendi fotoğraflarının da olduğu hürriyet filmleri yaratabiliyor ve bu filmleri sosyal medyada dilediğince paylaşabiliyor. Ayrıca seçtikleri mesaj ve fotoğraflarından oluşan bannerı hurriyet.com.tr sayfalarında yayınlanıyor. Kısaca proje tamamıyle interaktif bir proje olarak kurgulandı. www.hurriyetbenim.com üzerinden ilham verici videoyu seyredebilir, kendi video ve bannerınızı yaratabilirsiniz.

"Hürriyet Benim" filmi, daha TV’ye çıkmadan viral olarak sosyal medyada gösterildi ve çok kısa sürede yayılarak; sosyal medyada konuşulmaya ve paylaşılmaya başlandı. Kullanıcıların katkılarıyla yapılan klipleri Twitter'dan #hürriyetbenim hashtag'iyle takip edebilirsiniz.

Ben de kendi videomu oluşturdum ve benim için hürriyetin ne demek olduğunu anlattım. İzlemek için;


Bir boomads advertorial içeriğidir.

İnceleme: Açlık Oyunları

Daha önce Açlık Oyunları serisinin ilk kitabı ile ilgili incelemeyi blogumuzda yayınlamıştım. Seriyi okurken daha ilk kitaptan itibaren, bu seri tam da filmi çekilecek bir hikayeye sahip diye hep düşünmüştüm. Daha sonra yaptığım araştırmalar neticesinde açlık oyunları serisine film çekileceği ve bununla ilgili çalışmaların başladığını öğrenip çok sevinmiştim. İşte 3 kitaplık bir seri olan açlık oyunları serisinin, 4 film olarak düşünülen ilk filmi Açlık Oyunları, 23 Mart 2012 ‘de vizyona girdi. 29 Mart Perşembe günü ise biz filmi izledik. Film ile ilgili yorumlarımı sizinle paylaşmak istiyorum… Kitaplardan uyarlanan filmlere, ne kadar çok izlemek istesem de, hep şüpheli yaklaşmışımdır. Çünkü genelde hep bir şeyler kitapta anlatılan gibi olmaz veya hep bir şeyler eksik kalır. Size göre en kritik olaylar kesilir. En önemli karakterler filme katılmaz. ( Örneğini Yüzüklerin Efendisinde Tom Bombadil karakteri olarak verebilirim) Kitapta çok heyecanlanarak, hüzünlenerek veya eğlenerek okuduğunuz yerlerin hakkı, filmde iyi verilmez veya geçiştirilir. İşte tüm bu saydığım sebeplerden dolayı Açlık Oyunları serisinin bu ilk filmine soru işaretleriyle gittim. Açlık Oyunları serisi bana göre gerçekten çok iyi kurgulanmış bir seri. Konusu da çok özgün.

Kitabında çok iyi yansıtılmış bir distopya. Açlık Oyunları Film Afişi - Katniss Everdeen Filmin başında bunların nasıl yansıtılacağını, kitapta tasfir edilen karakterlerin, mekanların, kıyafetlerin nasıl filme yedirileceğine de açıkçası önem veriyordum. Filmin başlarının çok hızlı geçilmiş olduğunu üzülerek gördüm. Kitabı okumayan izleyiciler için mutlaka havada kalan pek çok şey olmuştur. Baş karakterimiz Katniss Everdeen ve Gale’nin kitabın başlarında yaşadıkları olayları, Capitol’ün baskısını, mıntıkalardaki Barış muhafızlarının ne işe yaradığını, neden orada olduklarını hissettirmeden geçmesi bence bir eksiklik. Mıntıkalardaki insanlar, Capitol’ün baskısı altında yaşamalarına ve pek çok zorluk çekmelerine rağmen, mesela fazladan yiyecek alabilmek için adlarını haraç seçimi kurasına fazladan yazdırmak zorunda olan çocukları, adlarının her sene çekiliş torbasına bir önceki yıldan daha fazla neye göre girdiğini anlatmaması veya bir cümle ile geçmesi, Capitol’ün baskısını çok hissettirmiyor. Yukarıda yazdığım sorular kitabı okumadan filme gelen izleyiciler için havada kalacaktır. Ben okuduğum için bağlantıları birleştirdim ama baş kısmı çok kısa tutulmuş demeden de geçmek istemedim.

Toparlayacak olursam. Kitaptan uyarlanan her film gibi bir şeylerin eksik kaldığını düşündüren (ticari kaygı ve filmin uzunluğu gibi sebeplerden olsa gerek) ancak yine de olayları iyi yansıttığını düşündüğüm, gerek serinin hayranları gerekse türün hayranları olan herkes tarafından izlenmesi gereken güzel bir film olmuş Açlık Oyunları… Her ne kadar bazı olumsuz eleştiriler yöneltsem de film bittiğinde kurduğum ilk cümle şu oldu: “Yarım saat daha sürse, izlenirdi” :) Film 142 dakika olmasına rağmen biraz daha uzun bile tutulabilirmiş. Son olarak sizi filmin fragmanı ile başbaşa bırakıyorum.

İyi seyirler.

Tanıtım: İstanbul Uluslararası Bağımsız Film Festivali

Maximum Kart partnerliğiyle düzenlenen !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali 12 yaşında. Toronto’dan Venedik’e, Sundance’den Cannes’a, dünyanın önemli festivallerinde büyük ilgi görmüş filmlerin Türkiye galalarının yapılacağı !f İstanbul, heyecan verici programıyla 14 Şubat’ta başlıyor. Yenilikçi ve ses getiren filmleriyle kendi takipçilerini yaratan, partileri ve etkinlikleriyle alternatif bir eğlence kültürünü İstanbul’a taşıyan !f İstanbul 12 yaşına dolu dolu bir programla giriyor. !f İstanbul, yılın en iyi bağımsızlarının Türkiye galalarının yanı sıra mini festivali !f Müzik’i de büyütüyor. Yine Maximum Kart partnerliğiyle gerçekleşecek !f Müzik kapsamında LCD Soundsystem, Hercules and Love Affair gibi efsanevi grupların üyelerinin DJ kabinine oturacağı partileriyle İstanbul’un eğlence kültürünü hareketlendirmeye, değiştirmeye geliyor. 12. !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, 14-24 Şubat tarihleri arasında İstanbul’da Beyoğlu Cinemaximum Fitaş, İstinye Park Cinemaximum, Cinemaximum Budak, 28 Şubat-3 Mart tarihlerinde de Ankara Cinemaximum CEPA ve İzmir’de ise Cinemaximum Forum Bornova sinemalarında gerçekleşecek.

İnceleme: Kelebeğin Rüyası

Baştan sona akıcı, uzun olmasına rağmen sıkmayan ve herkesin yaptığı yorumla şiir gibi bir film olmuş Kelebeğin Rüyası. Müziklerinden her bir planına, karakterlerin ve hikayenin kusursuzluğundan oyuncu seçiminin başarısı (Belçim Bilgin hariç) artı oyuncuların başarısına kusursuz denebilecek bir film. Film gerçek iki hayattan Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'dan yola çıkmış ve "mükellef" yasasının hayatı biçimlendirdiği şehir olan Zonguldak'ta geçmekte. Çağın hastalığı olan veremin pençesinde bu iki genç şairin şehre gelen bir kızın ardından yaşadıkları anlatılmakta filmde. Dram mizah ölçüsü gayet iyi ayarlanmış ve iyi yürütülmüş filmin sonuna kadar. Ana kahramanların hikayesinin altında bir dönemin ve toplumun durumu, sorunlarıyla birlikte iyi verilmiş. Yine dönem anlatılırken kostümler ve mekanlar çok iyi seçilmiş, kullanılmış.

Belli ki çok büyük emek var bu kadar kostüm, mekan ve figürasyon konusunda. 2005'ten bu yana kapalı olan Sanatoryum'un restorasyonu ve sete yağdırılan kara kadar her şey için çok ince çalışılmış. Aslında ince çalışmaya filmin yönetmeni Yılmaz Erdoğan karakterleri oluştururken başlamış. Hatta karakterler üzerindeki incelik o kadar ustaca ki 1940 yılında geçen filmde 1916 doğumlu Behçet Necatigil'in orta yaşlı bir öğretmen olmasını bile çok rahatça kabul ediyor seyirci. Sanırım bu başarısı karakterleri yaratırken gerçek kişilerden faydalanmasıdır. Bu yönde düşünürsek Yılmaz Erdoğan'ın eşi üzerinden yarattığı bir karakterde eşi Belçim Bilgin'i oynatması çok da eleştirilmemeli ancak Belçim Bilgin'in liseli kız olarak verilmesi ve oyunculuğunda hep bir şeylerin eksik olduğu hissi insanları sorgusuz sualsiz bu eleştiriye sevk ediyor. Onun haricinde Kıvanç Tatlıtuğ'un ilk sinema filmi yanılmıyorsam ve gayet de başarılı oynamış. Mert Fırat için söylenecek bir şey yok zaten yaptığı onca kaliteli filmle kendini ispatlamış bu filmle de kariyerinin üst noktalarında dolaşmaya devam etmiş. Farah Zeynep Abdullah da rolünü gayet iyi oynamış hatta bu filmde başrolü hak ettiğini söylersem yüksekten uçmuş olmam keza liseli kız rolüne daha çok uyardı.

Genel itibariyle herkesin itinayla çalıştığı ve ortaya da mükemmel iş çıkardığı bir yapım olmuş bu film. 2013'ün en iyi filmi olmaya daha şimdiden aday. Bu aralar bir sinema salonunun yakınından geçen varsa hiç düşünmeden bu filme gitsin. İyi seyirler.

İnceleme: Django Unchained

Filmin daha başında yazısı akarken size buram buram bir Western veren film herkeste bir pazar sabahı TRT atmosferi yaratmıştır zannedersem. Başından sonuna kadar her karesiyle tabloluk. Kanların duvarlardaki izlerinden vurulunca uçan oyunculardan oluk oluk akmasına, ışığın dolayısıyla gölgelerin de kullanımına kadar mükemmel. Harika görseller, harika sahneler ve aksiyonlar içeriyor tüm bu özellikleriyle tam bir Quentin Tarantino filmi. Tarantino için daha önceden yapılan başka sinemaların kolajı eleştirisinin yapılamayacağını düşünüyorum Spagetti Western olmasına rağmen. Tarzını bilen kime izletseniz filmi buram buram Tarantino bu film der. Amerikan iç savaşından 2 yıl önce bedava çalıştırdıkları köleler sayesinde kuzeylilerden kat be kat rahat yaşayan güneylilerin arasında bir ödül avcısıyla köle bir zencinin buluşmasını veren film siyah adam, beyaz adam çatışmasını ve aynı sınıftan insanların ihanetini mükemmel bir şekilde anlatmış. her Tarantino filminde duymaktan usanmadığımız "nigger" kelimesi bu filmde de her bir dakikada kendisine yer bulmuş.

Klasik Spagetti Western'ün getirdiği her ne varsa mükemmel bir şekilde aktarılmış ve çok iyi şarkılarla beslenmiş. Hatta araya sıkıştırılan rap şarkı bile sırıtmamış. Tarantino'nun Will Smith'i düşünerek yazdığı filme Jamie Foxx daha çok yakışmış açıkçası. Yine oyunculardan gidecek olursak Chirstoph Waltz oyunculuğuyla büyülemiş yine bir oscar töreni için kendisine kapı aralamış. Samuel Jackson ise Waltz kadar göz önünde olmasa da hem film içindeki oyunculuğun sahibi hem de kariyerinin zirvesini görmüş bu oyunla. Leonardo Dicaprio için söylenecek çok bir şey yok rolünün gereğini iyi bir şekilde yerine getirmiş. Onların haricinde mekan seçimleri, kostümler her şeyiyle ve tekrar yer vermek gerekirse özellikle şarkılarıyla Tarantino'nun kafasındakiler yansımış perdeye. Filmden sonra bende bıraktığı iz ise tam olarak şu olmuştur